Dünya Mimarlık Günü Açılış Konuşması

Dünya Mimarlık Günü Açılış Konuşması

TARİH: 03 Ekim 2016

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Ekim ayının ilk Pazartesi günü, Birleşmiş Milletler’in kararıyla Dünya Mimarlık Günü olarak kutlanıyor. Artık gelenekselleştiği üzere İzmir’de bu günü biraz daha esneterek mimarlık haftasına dönüştürüyoruz. 

Ancak yine de Mimarlık Günü’nü özel bir törenle, meslekte 30. ve 50. yılını doldurmuş meslektaşlarımızın, ustalarımızın onurlandırılmasıyla kutluyoruz. Bu bağlamda insan hayatına doğrudan etkisi olan bu yüce mesleğe uzun yıllarını veren değerli üyelerimizi saygıyla selamlıyorum. 

Uluslararası Mimarlar Birliği 2016 Dünya Mimarlık Günü’nün temasını “Daha İyi Bir Dünya Tasarla” olarak ilan etti. Biz de bu temaya uygun tartışmalar, söyleşiler düzenleyerek mimarlığın dünyanın gidişatını olumlu yönde etkileme potansiyelini ve sorumluluğunu vurgulamak istedik. 

Önümüzdeki günlerde uygulama ve eğitim alanından seçkin konuklarımızı hepbirlikte dinleyeceğiz. İzin verirseniz ben de bu konu çerçevesinde düşüncelerimi yerel bazı konulara da bağlayarak sizinle paylaşmak isterim. 

Şüphesiz mimarlık kendi başına her kararı alma ve pratiğe geçirme yetkinliğinde bir meslek değil. Sosyolojik, kültürel, ekonomik ve diğer bir çok etkenin tasarım sürecinin doğrudan belirleyicileri olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla tüm bu üst yapılardan soyutlayarak mimarlığa tek başına idealimizdeki dünyayı yaratma sorumluluğu yüklemek gerçekçi olmayacaktır. 

Küresel ölçekte düşünürlerin ve bilim adamlarının açıkça ortaya koydukları bir kriz durumundayız. Kapitalizmin geldiği aşamada küçük bir azınlığı mutlu edebilmek adına savaşlardan, insani değerleri, yaşam alanlarını yok etmekten başka bir çaresinin kalmadığı artık bir teori değil günlük hayatımız. 

Ekosistemimizin geri dönüşü olmayan bir yokoluş sürecinde olduğu, tehlikeli eşikleri aştığımız her gün bilimadamları tarafından vurgulanıyor. Üst ölçekten baktığımızda artık insandan çok, bulunduğu ortamdaki tüm kaynakları yok edip ölen virüslere benziyoruz. Bu kapitalizmin Neo-liberalizmle birlikte bizi dönüştürdüğü şey. 

Ülke ölçeğinde ise, sürekli gerileyen bir yapı var karşımızda. Bugün ülkemizdeki kurumları emanet ettiğimiz politikacılarımızın, yöneticilerimizin, demokrasi, insan hakları, laiklik gibi çağdaş dünyanın üzerinde uzlaştığı değerleri sindirdiklerini söylemek ne yazık ki çok zor. 

Son dönemde ilan edilen olağanüstü hal ile bu değerlerden daha da uzaklaşıyoruz. Artık demokrasi, insan hakları, laiklik gittikçe bu ülke için lüks kavramlar haline geliyor. Bu durum aslında yeni bir durum değil. Biz buna ortaçağ diyoruz. 

Ekonomik olarak da kırılgan, dışarıya bağımlı, büyük oranda borçlanarak tüketme ve inşaat yatırımlarına bel bağlamış bir sisteme hapsolmuş durumdayız. Doğayı, canlıları yok etme pahasına köprüler, otoyollar, maden ocakları, HES’ler yapılarak döndürülmeye çalışılan bir çark var. 

Doğanın yağmalanmasının yanısıra ranta dönük kararlar, imar ayrıcalıkları ve kentsel dönüşüm adı altında mahvedilen, artık yaşanmaz hale gelen kentlerimiz var. En somut örnek olarak İstanbul, sakinlerinin büyük bir kısmına artık insani bir yaşam sunacak durumda değil. İki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış, dünyada bir eşi daha bulunmayan bu kadim kenti çok kısa zamanda rant hırsı ve inşaat çılgınlığıyla mahvettik. Diğer kentlerimizin geleceği için de ne yazık ki daha iyi bir tablo öngöremiyoruz. 

Ve en alt ölçekte yerelde değerlendirmeler yapacak olursak da ne yazık ki üst ölçeklerdeki baskıların yerelde karşılıklarının olmadığını söyleme şansımız yok. İstanbul’u mahveden sermaye uzun zamandır kendine yeni alanlar arıyor. İzmir bu bağlamda hiç olmadığı kadar hedefte. Hatta artık İzmir için de geri dönüşü olmayan aşamalara geçiyoruz. 

Her gün yeni bir imar ayrıcalığı, parsel bazında plan değişiklikleri ile karşılaşıyoruz. Gerekli altyapıdan yoksun, hiç bir ilkeye uymayan yüksek yapıların İzmir silüetini ve daha önemlisi yaşamını tehdit etmeye başladığını görmemek için kör olmak gerekiyor. Ve yöneticilerimiz kör. 

Bugün Kültürpark bile çevresindeki yapılar için nasıl ticari getiriye dönüştürülebilir diye düşünülüyor. Sorunlu büyük ölçekli projeler, kentlilere rağmen parklara yapılmak istenen inşaatlar, katılımcılıktan uzak yönetim anlayışı dendiğinde artık aklımıza sadece İstanbul gelmiyor. 

 

Ne yazık ki makro ve mikro ölçekteki bu olumsuzluklara karşı mücadele etmekten tasarımın yenilikçi yüzünü öne çıkarmaya güçlükle fırsat bulabiliyoruz. 

Ancak tüm bu olumsuzluklar, karamsarlığa düşüp mesleğimizin gücünü ve etkisini gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Mimarlar olarak bizler bu gelişmeleri doğru biçimde okumak, topluma bu değerlendirmelerimizi sunmak ve alternatifleri üretmek, göstermek sorumluluğundayız. 

Hem bireysel hem de Oda çatısı altında kaynaklarımızın sürdürülebilir, doğru ve adil kullanılması için gerekli mücadeleyi vermek, kurumlarla gerektiğinde işbirliği yapıp gerektiğindeyse karşıkarşıya gelerek süreci toplumun ve doğanın lehine çevirmek zorundayız. 

Bugün üstünde yaşadığımız Anadolu’nun tarih boyunca dünyanın düşünsel ve kültürel açıdan belki de en zengin coğrafyası olması bize umut veriyor. Neolitik Çağ’dan yakın zamanlara kadar neredeyse her konuda dünyaya öncülük yapmış, Hititlerden Helenlere, Romalılardan Selçuklulara, Osmanlılara kadar sayısız uygarlığın izlerini hala taşıyan bu topraklar tüm bu kriz ortamında dahi öncü mimarları, sanatçıları, düşün adamlarını yetiştirmeye devam edecektir diye umut ediyorum. 

Tüm bu düşüncelerle şahsım ve yönetim kurulumuz adına Dünya Mimarlık Günümüzü tekrar kutluyor bugün değerini çok daha iyi anladığımız yüce önderimizin “Yurtta barış, dünyada barış” felsefesinin hayata geçtiği bir yıl diliyorum. 

H. İbrahim Alpaslan

Mimarlar Odası İzmir Şubesi

Yönetim Kurulu Başkanı